İki dil, iki kültür arasında sıkışmak: Türk kimliğiyle Avrupa'da yaşamak

Fotoğraf: İmge Terzi

"Buraya tam ait değilim ama artık Türkiye'ye de tam ait hissetmiyorum."

Avrupa'da yaşayan pek çok Türk göçmenden duyduğum bir cümle bu.

Yeni ülkenin dilini öğrenirken, belki iş hayatındaki kültürel normlara alışmaya çalışırken, bir yandan da Türkiye'deki aile ve arkadaşlarla bağı sürdürmeye çalışıyoruz. Zamanla iki dil, iki kültür, iki farklı "benlik" arasında gidip gelmek yorucu olabiliyor.

Bu, "arada olma" hâline biraz yakından bakalım; hem araştırma bulgularını hem de pek çok göçmenin ortak deneyimlerini birlikte inceleyelim.

Göç ve kimlik: "Hem Türk hem buranın insanı" olabilir miyim?

Göç araştırmalarında "uyum" (adaptasyon) ve "kültürleşme" (acculturation) kavramları sıklıkla kullanılıyor. John Berry'nin klasik modeli, göçmenlerin genellikle iki soruyla karşı karşıya kaldığını söyler:

  1. Kendi kültürümü ve kimliğimi ne kadar sürdürmek istiyorum?

  2. Yaşadığım ülkenin kültürü ve insanlarıyla ne kadar ilişki kurmak istiyorum?

Bu iki soruya verilen yanıtlara göre farklı yönelimler oluşuyor: sadece yeni kültüre uyumlanmaya çalışmak (asimilasyon), sadece kendi kültürüne tutunmak (ayrışma), ikisine de mesafeli durmak (marjinalleşme) ya da her iki kültüre de bağ kurmak (entegrasyon / çift-kültürlü olma).

Birçok büyük ölçekli çalışma, hem köken kültürle hem de yaşanılan ülkenin kültürüyle bağ kurabilen göçmenlerin psikolojik ve sosyal uyumlarının daha iyi olduğunu gösteriyor.

Yani mesele, "Türklüğü bırakmak" ya da "tamamen Avrupalı olmak" değil; iki tarafla da yaşayabildiğin bir denge bulmak.

İki dilde yaşamak: Farklı dillerde farklı mı hissediyorum?

Birçok kişi, Türkçe konuşurken kendini daha duygusal, samimi; bulunduğu ülkenin dilinde konuşurken ise daha mesafeli ya da "resmi" hissettiğini söylüyor. Bu, psikolojide kültürel çerçeve değiştirme (cultural frame switching) olarak adlandırılan bir olgu.

Araştırmalar, iki kültüre ait kişilerde, hangi dilde konuştuklarının ve çevrede hangi kültürel simgelerin (bayrak, yemek, mizah, haberler) olduğunun, o anda kendilerini nasıl hissettiklerini ve nasıl davrandıklarını etkileyebildiğini gösteriyor.

Bu alanda "çift-kültürlü kimlik entegrasyonu" diye bir kavram var. Kısaca:

  • Bazı insanlar için iki kimlik (örneğin "Türk" ve "Alman") birbiriyle uyumlu ve iç içe hissediliyor.

  • Bazıları için ise bu kimlikler çatışmalı ve ayrı: Bir ortamda sadece "Türk", başka bir ortamda sadece "Alman" olabiliyorlar.

Dolayısıyla "Türkçe konuşurken başka, Almanca/İngilizce konuşurken başka biri gibiyim" hissi aslında çok yaygın. Bu, "sahte" olduğun anlamına gelmiyor; sadece beyninin her dil ve kültür bağlamında farklı taraflarını öne çıkardığını gösteriyor.

Türk göçmenler için özel dinamikler

Türkiye'den gelen göçmenler için Avrupa'da yaşamak, genel göç süreçlerinin ötesinde bazı özel dinamikler de içeriyor:

  • Toplumsal algılar ve stereotipler

    Bazı ülkelerde "Türk" etiketi, göç, din, siyaset, toplumsal cinsiyet gibi tartışmalı başlıklarla birlikte anılabiliyor. Bu da günlük hayatta mikroagresyonlar, dışlanma ya da temsiliyet baskısı yaratabiliyor. Üstelik uzun süre yurt dışında yaşamını sürdüren göçmen grupları Türkiye'ye gittiklerinde de "yeterince Türk değilsin" mesajlarına maruz kalabiliyor.

  • Aile ve kuşak farkları

    Birinci kuşak göçmenler genellikle "geri dönme" ihtimalini canlı tutarken, ikinci ve üçüncü kuşak için Avrupa çoğu zaman tek gerçek ev. Bu farklı beklentiler, aile içinde değer aktarımı ve çocuk yetiştirme konularında zaman zaman gerilim yaratabiliyor.

  • Göç dalgaları arasındaki farklar

    Son yıllarda Avrupa'ya gelen "yeni dalga" Türk göçmenler (örneğin akademisyenler, profesyoneller, siyasi nedenlerle göç edenler) ile uzun süredir burada yaşayan Türk toplulukları arasında da uyum zorlukları gözleniyor. Araştırmalar, bu gruplar arasında sosyal entegrasyon ve ayrımcılık algısı farklılıklarının, bazen mesafeli ilişkiler ve kültürel kopukluklara yol açtığını gösteriyor.

  • Türkiye gündemiyle bağ

    Haberler, sosyal medya, seçimler, krizler... Fiziksel olarak uzakta olsanız da duygusal olarak çok yakın hissedebilirsiniz. Bu da hem aidiyet hem de suçluluk duygusunu artırabiliyor.

Bütün bu faktörler, "iki arada bir derede" hissini güçlendiriyor: Ne tamamen "burada", ne de tamamen "orada".

Sıkışmışlık hissiyle baş etmek için neler yardımcı olabilir?

Bu karmaşık süreci sihirli bir formülle çözmek mümkün değil. Yine de hem araştırmaların hem de göçmenlerin deneyimlerinin işaret ettiği bazı noktalar var:

1. Tekil değil, çoğul kimlikler düşünmek

"Ya Türküm ya değilim" yerine, kimliği daha akışkan ve çoğul bir şey olarak düşünebilirsin:

  • Türkiye'de büyümüş, Avrupa'da yaşam kurmuş biriyim.

  • Hem Türkçeyle hem de yaşadığım ülkenin diliyle kendimi ifade edebilen biriyim.

  • Farklı bağlamlarda farklı yönleri öne çıkan, ama hepsi bana ait olan taraflarım var.

Bu tür bir "hem-hem de" bakış açısı, çift-kültürlü kimlik entegrasyonunu güçlendirebiliyor.

2. Her iki kültürle de dengeli bağ kurmak

  • Türkçe, yemekler, mizah, müzik, aile bağları gibi unsurları yaşatmak

  • Aynı zamanda yaşadığın ülkenin dilini kullanabileceğin, kendini rahat ifade edebileceğin ortamlar yaratmak

    örneğin dernekler, hobi grupları, eğitimler, mesleki ağlar

Araştırmalar, köken kültürümüzle bağlarımızı sürdürürken aynı zamanda yaşadığımız ülkenin kültürüyle ve insanlarıyla yeni bağlar kurmanın psikolojik adaptasyonumuz ve iyilik halimiz için en iyi sonucu verdiğini gösteriyor.

3. Duygularına alan açmak

"Burayı seviyorum ama Türkiye'yi özlüyorum."

"Buradaki özgürlüğü seviyorum ama kendimi yalnız hissediyorum."

Bu ikili duygular çelişki gibi görünse de göç literatüründe oldukça normal. Göç deneyimini tek bir olumlu/olumsuz etikete sıkıştırmaya çalışmak yerine, bir duygu yelpazesi olarak görmek rahatlatıcı olabilir.

4. Sınırlar koymak ve kendine alan açmak

  • Sürekli Türkiye gündemini takip etmek ya da sosyal medya tartışmalarının içinde kalmak, duygusal yükü artırabilir.

  • Aynı şekilde, bulunduğun ülkede ayrımcılık ya da dışlanma deneyimlerin varsa, kendini koruyabildiğin alanlar ve ilişkiler oluşturmak önemli.

Gerekirse bu konuları bir profesyonelle, güvenilir bir arkadaşla veya destek grubuyla konuşmak, "sadece benim başıma geliyor" hissini azaltabilir ve sağlıklı sınırlar belirlemede yardımcı olabilir.

Son söz: Arada olmak da bir yer

İki dil, iki kültür, iki ülke arasında yaşamak bazen yorucu ve kafa karıştırıcı olabilir. Ama aynı zamanda geniş bir perspektif, esneklik ve zenginlik de getirir.

Kendini ne tamamen "buraya ait" ne de tamamen "Türkiye'ye ait" hissediyorsan, belki de senin yerin tam olarak bu "arada"dırve bu arada olma hâli, zamanla kendi içinde anlamlı ve sağlam bir kimliğe dönüşebilir.

Bu süreci tek başına deneyimlemek zorunda değilsin. Deneyimini paylaşabileceğin güvenli alanlar ve insanlar bulmak, göç yolculuğunu daha güçlendirici ve iyileştirici bir deneyime dönüştürebilir.

Kaynaklar:

  1. Benet-Martínez, V., & Haritatos, J. (2005). Bicultural identity integration (BII): Components and psychosocial antecedents. Journal of Personality, 73(4), 1015–1050.

  2. Berry, J. W. (1997). Immigration, acculturation, and adaptation. Applied Psychology: An International Review, 46(1), 5–34.

  3. Oldac, Y. I., & Fancourt, N. (2021). ‘New wave Turks’: Turkish graduates of German universities and the Turkish diaspora in Germany. British Journal of Educational Studies, 69(5), 621-640.

  4. Phalet, K., & Schönpflug, U. (2001). Intergenerational transmission in Turkish immigrant families: Parental collectivism, achievement values and gender differences. Journal of Comparative Family Studies, 32(4), 489–504.

Önceki
Önceki

Adaptasyon neden düz bir çizgi değildir: yurt dışına taşındıktan sonra duygusal iniş çıkışları anlamak